30 Mayıs 2008 Cuma

EMRE BELÖZOĞLU FENER'DE!



Emre Belözoğlu Fenerbahçe'de diyebiliriz. Resmi site de günlerdir yalanlamadı bu Emre haberini ve bu gece resmi açıklamada bulundu.Transfer kesin olmamasına rağmen Emre'nin de açıklamaları transferi kesinler cinsten.

İşte resmi sitedeki açıklama şöyle:


Kulübümüz Newcastle United forması giyen Milli Futbolcu Emre Belözoğlu'nun bonservisi konusunda İngiliz kulübüyle anlaşmaya varmıştır. Emre Belözoğlu transferi için milli futbolcunun menajeri Ahmet Bulut İle görüşmeler başlatılmıştır.
Spor kamuoyuna duyurulur
Fenerbahçe Spor Kulübü


EMRE BELÖZOĞLU KİMDİR?
7 Eylül 1980, İstanbul'da doğdu. Türk futbolunun son senelerde yetiştirdiği en önemli futbolculardandır. Milli Takım oyuncusu ve FA Premier League külubü Newcastle United'da orta sahada forma giyiyordu. Mart 2004'de Emre, Pele tarafından yaşayan en büyük 125 oyuncu arasında gösterildi. 14 Haziran 2005'de Newcastle ile Inter Milan arasında yapılan anlaşmayla Inter Milan'dan Newcastle United'e transferi gerçekleşti.



Emre: "Mutluyum, geri dönüş yok"


Galatasaray'da yetişen ve sarı kırmızılı takımla büyük zaferlere imza atan Emre Belözoğlu, Fenerbahçe'ye transferini doğruladı. Lig TV Muhabiri Bahri Havadır'a konuşan Emre, bu transferden dolayı mutlu olduğunu dile getirdi. "Fenerbahçe beni uzun süreden beri istiyordu. Ben de Türkiye'ye dönmeye karar verdim." diyen Emre, artık geri dönüşün olmadığını da sözlerine ekledi.



HOŞGELDİN EMRE :)

22 Mayıs 2008 Perşembe

Manchester United Şampiyon!!



Kulüpler bazında Avrupa'nın en büyüğü belli oldu! Penaltı atışları sonucu mutlu sona ulaşan takım Manchester United oldu. 90 dakikası 27. dakikada Ronaldo, 45'de Lampard'ın golleriyle 1-1 eşitlik ile giden maçta uzatmalarda da gol olmadı. Penaltı atışlarında 7-6'lik skor ile M.United kupaya uzanarak tarihe geçti, adını en büyük olarak ilan etti ve Devler Ligi'nde ikinci kez mutlu sona ulaştı. İngiltere Premier League şampiyonluğuna da uzanan M.United sezonu 'duble' ile kapadı. Chelsea belki de sezonun en iyi mücadelelerinden birini gösterdiği maçın sonunda gözyaşlarıyla başbaşa kalmak zorunda kaldı.

KADER DİYE BİR ŞEY VAR!

Penaltılar film gibiydi:


Tevez attı, Ballack da kaçırmadı.
Carrick attı, Belletti cevap verdi.
Ronaldo kaçırdı! Lampard attı, Chelsea taraftarı heyecan içinde...
Hargreaves attı, Ashley Cole attı, Mavi avantaj sürüyor.
Nani attı, Terry topun başında...
Terry atsa bitecekti, ayağı kaydı, düştü, direğe çarptı..
Anderson attı, Kalou cevap verdi. Şanslar eşit..
Giggs attı, Anelka kaçırdı ve Mavi taraf yıkıldı, en büyük M.United oldu.
Roman Abramovich yedek kulübesinde kalp spazmı geçirecek kadar heyecanlanmıştı. Seri penaltı atışlarında Chelsea'nin ipini çeken ise Nicolas Anelka'nın kaçan penaltısı oldu. Maviler ağlıyor, Kırmızılar coşuyordu. Cristiano Ronaldo maçın sonunda iki kat daha mutluydu. 69 bin 500 kişinin izlediği maçta gülen taraf M.United oldu..
Moskovada nefesleri kesen finalde Drogba 115. dakikada kırmızı kartla takımını 10 kişi bırakırken, maç sonu kupaya uzanan M.United'lı futbolcuların sevinci görülmeye değerdi. Maçın son yarım saatlik dilimine yağmur da eşlik ederken kulüpler sergiledikleri performans ile futbolseverin yine nabzını ölçtü.
Maçta ibre ilk yarı M.United'a ikinci yarı Chelsea'ye kayarken, uzatma dakikalarında iki takımın üzerlerindeki yorgunluk temponun düşmesine sebep oldu ve daha önce uzayan Devler Ligi final karşılaşmaları gibi bu maçta da en büyük kupa penaltı atışları sonucunda sahibini buldu.


BEKLENEN KADROLAR

İki takımın hocası da dev final öncesi belirledikleri 11'lerde herhangi bir sürprize imza atmadılar. M.United'de Sir Alex Ferguson'un maç öncesinde Tevez'i yedek bırakarak orta sahayı güçlendireceği düşüncesi gerçekleşmedi. Alex Ferguson yine Tevez, Rooney, Ronaldo üçlüsünü ofansta kullanmayı tercih etti. Vidic ve Ro Chelsea'de ise Avram Grant Avrupa'da çoğu maçta yer verdiği 11'ini değiştirmedi. Shevchenko ve Anelka kulübede, Philips'in yokluğunda ise Malouda ilk 11'de yer alan isimlerden biri oldu.


M.UNITED BASKIN PEŞİNDE

Dev final beklenildiğinin aksine hızlı başladı. İlk 15 dakikalık dilim içinde M.United rakibi Chelsea'ye göre biraz daha istekli bir görüntü çizdi. M.United'da sol çizgi tamamen Cristiano Ronaldo'ya emanet edilirken, Chelsea'de ileri uçta kahramanlık beklenen isim Didier Drogba'ydı. Maçta ilk dakikalarda M.United sıkı savunmasıyla dikkat çekerken, Chelsea alışık olunan futbolunu oynamakta yine kararlıydı. Mavilerde orta saha ve defans oyuncuları Luzhinki Stadyumu'nda aile gibiydi. Kendi yarı sahalarında çember oluşturan Chelseali futbolcular kademe anlayışından vazçmedi.


ESSIEN BAKKALA

Maçın 16. dakikasında Cristiano Ronaldo'nun sol çizgide rakibi Essien'i öylesine güzel bir hareketle geçişi ve sol ayağı ile ceza sahasına ortası vardı ki, bu hareket jeneriklere daha maç bitmeden girmişti. M.United ilk 15 dakikalık dilimden sonra oyuna daha çok giren, özellikle sol kanattan rakip ceza sahası içine yapılan ortalar ile etkili olmak isteyen taraf görüntüsünü kaybetmedi. M.United'ın hareketliliğini koruduğu dakikalar içinde ise Chelsea'nin kontrollü futbolu devam etti ta ki 26. dakikaya kadar.



RONALDO 'KUŞ' GİBİ
Sağ kanatta Brown'un ceza sahası önünden penaltı noktası üzerine açtığı milimetrik ortada sahneye Cristiano Ronaldo çıktı. Futbol dünyasında altın varaklarla şovunu sürdüren yıldız isim Cristiano Ronaldo gelen güzel ortaya bir pivot forvet misali yükseldi ve havada resim çekildikten sonra yaptığı güzel vuruşla Chelsea kalecisi Petr Cech'i avladı. M.United dev finalde, 26. dakikada Ronaldo ile öne geçerken, tribünlerdeki kırmızı bayrakların coşkusunu arttı. Bu gole kadar takımların sahadaki kontrollü görüntüsü Ronaldo'nun kafasıyla sahneden çekildi.


BALLACK YİNE ATACAKTI

Chelsea golün ardından daha açık bir futbol oynamak zorunda kalırken, 33. dakikada Drogba'nın altı pasa indirdiği topta Ferdinand'ın gerisinden gelen Ballack kısa mesafeden kafa vuruşuyla takımı adına eşitliği getirmek istedi ama Ferdinand güçlükle de olsa rakibinin hamlesiyle topu kornere attı. Chelsea adına beklenmedik bir anda oluşan pozisyon hediye gibi bir gol getirebilirdi ama...


PETR CECH 'İKİ' OLMAZ DEDİ

Maçta Ronaldo'nun golünün iki takımın da tüm oyun dengesini değiştirmesiyle pozisyonların ardı arkası kesilmedi. Chelsea'nin 33. dakikada kaçırdığı golün ardından Wayne Rooney ile başlayan M.United atağı Mavilerin insan üstü özellikleriyle kalesini koruyan Petr Cech'e takıldı. Rooney yaklaşık 60 metre uzaklıkta sol kanatta Ronaldo'yu görürken, Portekizli bekletmeden içeri ortaladı. Tevez'in uçarak vurduğu kafa vuruşunu Petr Cech uzaklaştırırken, ceza sahası önüne gelen meşin yuvarlağı Carrick filelere göndermek istedi ama yine Cech sahnedeydi, topu kornere uzaklaştırdı. Carrick müthiş bir pozisyonda takımını 2-0 öne geçirme fırsatını geri tepti. İki dakika içinde oluşan iki pozisyon nefesleri kesti.






MELEKLER CHELSEA İLE BİRLİKTE

Mücadelede ilk yarı 1-0 M.United üstünlüğü ile bitecek diye beklenirken 45. dakikada Chelsea Essien ile başlayan atağı Lampard'ın golle sonlandırmasıyla durumu 1-1'e getirdi. Ronaldo'nun golünden sonra açılan ve M.United kalesinde zaman zaman etkili olmaya çalışan Chelsea Essien'in uzaktan vuruşunda top M.United defansına çarparak ceza sahası içinde Lampard'ın önüne düştü. Lampard bu fırsatı geri tepmedi ve topu fileler ile buluşturdu. Chelsea hayata Lampard ile dönerken maça tekrar ortak oldu.
İlk yarıda M.United'ın daha istekli ve topa daha çok hükmeden görüntüsü, Chelsea'nin yediği golden sonra yarı alandaki sağlam görüntüsünden vazgeçerek ofansı düşünüşü ve maçın bir anda 'futbol işte budur' denilecek kıvama gelişi akıllarda kaldı. Soyunma odasına takımlar 1-1'lik eşitlik ile gitti. M.United'ın başladığı devre Chelsea golüyle kapandı. Kırmızı renge dönen kupa bir anda rengini değiştirdi ve maç yeniden heyecan kazandı.


CHELSEA EGEMENLİĞİ

Maçın ikinci yarısı ilk yarıya göre daha değişik başladı. Chelsea M.United karşısında oyuna daha çok tutunan isim olurken iki takım da 1-1'in etkisiyle kademe anlayışlarından vazgeçmediler. İki takımın bu derece sağlam futboluna rağmen maçta zaman zaman önemli pozisyonlarda vardı. 50. dakikada Evra'nın ceza sahasında sol çizgiden içeriye doğru yaptığı Petr Cech'i aşarken arka direkte iki M.United'lı oyuncu boş kaleye kafa vuruşunu gerçekleştiremedi. Bu ataktan 4 dakika sonra ise Essien büyük bir depar ile taşıdığı topu ceza sahası üstüne kadar sürükledi. Güzel bir hareketle iki M.United'lı futbolcuyu oyundan düşüren Essien sol ayağı ile sert vurdu ama çerçeveyi bulamadı. Essien'in ikinci yarıya iyi başlangıcı ve meşin yuvarlağa olan tutkusu bu dakikalarda gözden kaçmıyordu.






Bu arada Chelsea'nin Rus patronu Roman Abramovich de dev finali yeni sevgilisi Darya Zhukova ile takip etmeyi tercih etti. Chelsea'de Lampard'ın golüyle gelen beraberliğin ardından çift ayağa kalkarak Mavileri alkışlarıyla desteklediler. Objektifler maç boyunca Abramovich'in üzerinden hiç inmedi.
Chelsea'nin ikinci yarıya daha iyi girişi uzun soluklu oldu. Maçta son 20 dakikaya girilirken golü düşünen ekip ağırlıklı olarak Chelsea olurken, Maviler sağlı sollu kullandıkları kornerlerde istediği golü bulamadı. Maçın ilk yarısında durgun bir görüntü sergileyen Drogba, Joe Cole ve Ballack üçlüsü M.United yarı sahasına yerleşen takımlarında hayata geri dönen, daha iyi futbol oynayan isimler arasındaydı.
M.United'da ilk 75 dakikalık süre içinde Rooney ve Tevez beklenileni veremeyenler listesinin başındaydı. Sir Alex Ferguson'un durgun görüntüsü dikkatleri çekerken, Rooney ve Tevez ikilisi sıkı Chelsea defansı arasında fiziksel açıdan yaşadıkları zorluklar ile ayakta durmakta zorlandı. Rooney'in bu süre içinde kaleyi bulan şutunun olmaması, bu istatistik hırçın ismin dev finaldeki performansını gözler önüne seriyordu. M.United'ta görevlerini yapan isimlerin başında Ferdinand ve Hargreaves ikilisi gelirken, Cristiano Ronaldo çizgiye yakın futbolu ile topu her ayağına aldığında yeşil saha üzerindeki adrenalini arttıran isimdi.






DROGBA VE O DİREK SESİ


77. dakikada M.United'ı skor tabelasında 1-1'lik skorun korunmasını sağlayan ise M.United kalesinde Edwin van der Sar'ın eşlik ettiği kale direği oldu. Drogba'nın sol kanatta ceza sahası çizgisinin üzerinden yaptığı harika vuruş direkten döndü. Edwin van der Sar ve M.United cephesi bu direk sesiyle hayata, maça tekrar girecek diye düşünülüyordu ama kalan dakikalarda da Chelsea'nin oyundaki hakimiyeti sürdü. Drogba dakikalar geçtikçe daha çok hareketlenen isim oldu. Maç boyunca kaleyi fazlaca yoklama şansı bulamayan Drogba bir vuruşla kupayı maviye boyamak üzereydi ki, direk buna izin vermedi.
M.United'de Sir Alex Ferguson ilk oyuncu değişikliğini 85. dakikada Ryan Giggs'i oyuna alarak yaptı. Saha kenarına gelen isim ise Paul Scholes oldu. Ryan Giggs bir kez daha M.United forması giyerek bu formayı 758. kez kırmızı formayı sırtına geçirmiş oldu ve Bobby Charlton'un rekorunu kırdı, kulüp tarihinin en çok forma giyen ismi olarak tarihe geçti.


UZATMALI SEVGİLİLER

Chelsea'nin ikinci yarıdaki büyük egemenliği ile geçen 45 dakikada takımlar bir kez daha fileleri havalandıramayınca dev finalde 90 dakika 1-1 eşitlik ile tamamlandı. M.United'ın oyunu geride savunma yaparak kabul edişi, Ronaldo'nun ikinci devredeki durgunluğu, Sir Alex Ferguson'un takımını saha kenarında izleyişi ikinci devrede M.United adına gözden kaçmayanlar listesinde yer aldı.
Chelsea'de ise 45 dakika içinde oynanan iyi futbol taraftarlarını umutlandırdı. 90 dakika sonunda düdük çaldığında Chelsea'nin M.United kalesine tam 20 kez şut girişimi olmuştu. ManU cephesinde ise bu rakam 8'de kaldı. Maç uzatmalara giderken Chelsea'nin oyunda ipi eline aldığı ama dev finalin sürprizlere gebe olarak M.United'ın küllerinden doğabileceği ihtimali de vardı.






LAMPARD AZ KALSIN JENERİK OLUYORDU

Uzatmalara da iyi başlayan Chelsea 93.dakikada yine direk ile karşılaştı. Ballack ceza sahası üzerinde uygun pozisyonda vurmak yerine Lampard'ı görmeyi tercih etti. Lampard ekseni etrafında 180 derece dönerken, sol ayağı ile kısa mesafeli vuruşula üst direğe topu nişanladı. Lampard, Drogba'dan sonra maç içinde bir kez daha direkle karşılaşırken, Chelsea'nin gole yaklaştığı bu dakikalar oyundaki tansiyonu oldukça arttırdı. Öte yandan Chelsea uzatmalara Malouda-Kalou değişikliği ile başlarken, 98. dakikada oyunun iyi isimlerinden Joe Cole da Maviler adına saha kenarına gelirken, Anelka oyuna dahil oldu.


TERRY'NİN HAYAT VEREN KURTARIŞI

M.United'da Nani de Alex Ferguson'un kozu olarak oyuna girerken 100. dakikada Ryan Giggs ceza sahası üzerinde önünde kalan topu boş kaleye gönderemedi. Giggs'in karşısında İngizlerin hatasız kulu John Terry vardı. Terry filelere gidecek olan topu harika bir kafa hamlesi ile kornere gönderirken, Chelsea'yi hayata tekrar bağladı, olası bir kabusu engelledi.


BİTSE DE PENALTI ATSAK

Moskova'da müthiş bir atmosferde oynanan maçta dakikalar ilerledikçe uzatmalarda tempo düştü. İki takımın Avrupa'nın en büyüğü olmak için yarıştığı maçta 90 dakika boyunca sarfettikleri efor ekipleri uzatmalarda yorgun bıraktı. Uzatmaların özellikle ikinci yarısında düşen tempo iki takım için de bitse de penaltı atsak havasındaydı. Kulüpler ucuna kadar geldiği ve kazanmaları durumunda endüstriyel anlamda da büyük bir yol katedecekleri bu kupa için son 10 dakikada riske girmek istemediler.




DROGBA'NIN TOKATI AFFEDİLMEDİ

Moskova'da yağmurun ıslattığı futbolcular 115. dakikada birbirlerine girerek tempoyu gerilim açısından da arttırırken bu gerilimde kırmızı kartla oyun dışında kalarak şok olan isim Didier Drogba oldu. Tevez-Terry geriliminde Vidic ile karşılaşan Drogba, Sırp futbolcuya küçük bir tokat atınca Lubos Michel direk kırmızı kartla Fildişi Sahilli futbolcuyu oyun dışına gönderdi. Yağmur Drogba'yı oyundan çıkarken daha çok ıslatıyor, bu sefer canını yakıyordu. Bu dakikadan sonra tempo karşılıklı olarak ortada tutuldu ve 120 dakika sonunda da eşitlik bozulmayınca penaltı atışlarına geçildi.
120 dakika içinde futbolcuların olduğu gibi futbolseverin de tansiyonu zaman zaman yükselmişti. Dev finalin futbol açısından özeti buydu. İlk yarı M.United'ın başladığı, ikinci yarı Chelsea'nin bitirmek için uğraştığı ve alışık futbolunun dışına çıkarak ofansif anlamda zengin bir görüntü sergilemesiyle geçti. Bu arada Luzhinki Stadyumu'nda mücadele eden futbolcuların özellikle uzatma bölümü içinde defalarca kramp giren görüntüsü dikkatleri çekerken, zeminin futbolcuları ne kadar zorladığı da bir kez daha ortaya çıktı.
Penaltı atışlarında Terry ve Anelka'nın kaçırdığı penaltılar Chelsea'yi kupadan ederken, M.United kıl payı ile mutlu sona ulaşmayı başardı. Terry penaltı atışlarında 5. vuruş da direk yerine çerçeveyi bulsa, ayağı kaymasa kupanın rengi mavi olacaktı ama C.Ronaldo'nun da penaltı kaçırdığı atışlar sonucunda gülen taraf kırmızı oldu. M.United namağlup olarak bu sezon Devler Ligi'nde mutlu sona ulaştı...







anlatım: sporx

20 Mayıs 2008 Salı

FENERBAHÇEMİZ FİNALDE...



FİNALDEYİZ!
Fenerbahçemiz, Efes Pilsen'i saf dışı bırakarak ligde finale yükseldi
F.Bahçe Ülker 82-75 Efes Pilsen

Normal sezonda Efes Pilsen'in iki maçta da yenerek Beko Basketbol ligi yarı final serisine 1-0 önde başlayan Fenerbahçe Ülker ikinci maçı da kazanarak 3-0'la finalist oldu. Türk Telekom-Beşiktaş Cola Turka: (2-1) yarı final serisinden galip ayrılacak taraf Fenerbahçe'nin finaldeki rakibi olacak.

Ermal Kurtoğlu ve Oğuz Savaş ikilisinin karşılıklı basketleriyle başlayan mücadelede Efes Pilsen, ilk bölümlerde boyalı alanda iyi savunma yaptı. Oğuz Savaş'ın iki 3 sayılık basketine Ermal Kurtoğlu ile pota altından karşılık veren Lacivert Beyazlılar, dengenin de bozulmasına engel oldu.

İlk 4 dakikada iki takımda iyi savunma yaparken, skorda da 6-6'lık eşitlik bulunuyordu. Kenny Gregory ile basket faul bulan Efes Pilsen, 7.dakikada 8-11 öne geçti. Ancak toparlanan Fenerbahçe Ülker, Willie Solomon, Ömer Onan ve Emir Preldzic üçlüsüyle bulduğu sayılarla 8.dakikada skoru 15-11'e getirdi. Son bölümde Ermal Kurtoğlu ve Mustafa Abi ile skor bulan rakibi karşısında skor üstünlüğünü koruyan Fenerbahçe Ülker, periyodu da 20-18 önde tamamladı.

İkinci çeyreğin ilk bölümlerinde iki takımda top kayıpları yaparken Fenerbahçe Ülker, Willie Solomon ve Ömer Onan ikilisinin 5 sayısıyla farkı 7 sayıya çıkarttı.(25-18) Craig Bradshaw'ın serbest atışlardan bulduğu sayılarla periyottaki ilk basketini bulan Efes Pilsen, buna karşın rakibinin hücumlardaki etkinliğine çare bulamadı.

Hücumda çok fazla top kaybeden rakibi karşısında Willie Solomon ile farkı açmaya başlayan Sarı Lacivertliler, 16.dakikada skoru 35-22'ye getirdi. Bu dakikadan sonra hücumda çok zorlanan rakibi karşısında kontrolü eline alan Fenerbahçe Ülker, 18.dakikada farkı 15 sayıya çıkarttı (40-25) Son bölümde skor üstünlüğünü koruyan Sarı Lacivertliler, devre sonunda da soyunma odasına 44-27 önde giden taraf oldu.

Üçüncü çeyreğe Ermal Kurtoğlu ve Kenny Gregory ikilisinin sayılarıyla başlayan Efes Pilsen, savunmada da daha istekli bir görüntü çizdi. Ancak Fenerbahçe Ülker rakibine Tarence Kinsey ve Mirsad Türkcan'la karşılık vererek farkın kapanmasına engel oldu. Çember altında Ermal Kurtoğlu ile etkili olmaya çalışan rakibi karşısında Sarı Lacivertliler, Mirsad Türkcan'ın üç sayılık basketiyle 27.dakikada farkı 16 sayıya çıkarttı.(56-40) Ender Arslan'ın tempoyu kontrol ettiği bölümlerde iyi hücum eden Efes Pilsen, Serkan Erdoğan ve Ermal Kurtoğlu'nun da devreye girmesiyle son dakika içerisinde farkı 9 sayıya indirdi (58-49) Üçüncü periyot, Ender Arslan'ın son hücumdaki üç sayılık basketine rağmen Fenerbahçe Ülker'in 60-52 üstünlüğüyle tamamlandı.

Mücadelenin final periyoduna Craig Bradshaw'ın serbest atışlardan bulduğu sayılarla giren Efes Pilsen, savunmadaki etkili oyunuyla da farkı 6 sayıya indirdi.(60-54) Mirsad Türkcan'ın üç sayılık basketiyle periyottaki ilk sayısını bulan Fenerbahçe Ülker, hücumdaki suskunluğuna da son vermiş oldu. Mola alan ve oyunu soğutan Efes Pilsen, aranın ardından Ermal Kurtoğlu ile pota altındaki etkinliğini sürdürdü. Ancak Fenerbahçe Ülker, Emir Preldzic'in etkili savunması ve Mirsad Türkcan'ın da kritik basket faulüyle 35.dakikada farkı 11 sayıya çıkarttı (68-57) Hücumda Ermal Kurtoğlu'nu kullanmaya çalışan Efes Pilsen, Craig Bradshaw'ndan önemli katkılar buldu.

Scoonie Penn'in üç sayılık basketiyle Lacivert Beyazlılar, 38.dakikada farkı yeniden tek haneli sayılara indirdi (74-65) Son bölümde baskılı savunması ve Mustafa Abi ile Scoonie Penn ikilisiyle Efes Pilsen skoru 75-71'e getirdi. 40 saniye kala Willie Solomon ve Semih Erden ile taktik faulleri sayıya çeviren Fenerbahçe Ülker, skoru da 77-71'e getirdi. Sarı Lacivertliler, son bölümlerde farkın kapanmasına engel oldu ve salondan da 82-75'lik galibiyetle ayrılan taraf oldu.

SALON: Abdi İpekçi Spor Salonu
HAKEMLER: Recep Ankaralı – Aytuğ Ekti – Alper Altuğ Köselerli
FENERBAHÇE ÜLKER: White, Solomon 20, Mirsad 18, Ömer Onan 9, Semih 7, Mrsic 2, Vidmar 2, Oğuz Savaş 6, Kinsey 4, Ömer Aşık 5, Preldzic 9
EFES PİLSEN: Penn 5, Spencer, Gregory 7, Mustafa Abi 9, Kerem 4, Bradshaw 9, Serkan 5, Ermal 27, Ender 9
1.PERİYOT: 20-18 (Fenerbahçe Ülker Lehine)
DEVRE: 44 - 27 (Fenerbahçe Ülker Lehine)
3.PERİYOT: 60 - 52 (Fenerbahçe Ülker Lehine)

Hazırlık maçını kazandık.. Adım adım zaferlere..



TÜRKİYEMİZ: 1 - 0 :Slovakya

2008 avrupa futbol şampiyonasına Almanya'da hazırlanan milli takımımız ilk hazırlık maçında Almanya'nın Bielefeld şehrindeki Schüco Arena Stadı'nda Slovakya ile karşılaştı.
Sezon yeni bitmesine rağmen milli futbolcularımız fizik gücünden yoksun değillerdi. İlk yarı kopuk kopuk futbol aynamamıza karşın üstün taraf bizdik. Maçın henüz 8.dakikasında Colin Kazımın açtığı ortaya iyi yükselerek kafa vuran Semih topu ağlarala gönderemedi.Kaleci çok iyi uzandı ve kornere çeldi. Slovakya'nın ise ilk yarıdaki tehlikeli pozisyonu 25.dakikada kullanılar kornerdi.. Rüştü vurulan kafayı son hamlede kornere çeldi.
İkinci yarıda millilerimiz oyunun hakimiyetini ele aldılar. Fizik güçleri beni gerçekten çok şaşırttı. Hep baskın taraf biz olduk. Oyuna Emre Belözoğlu'nun girmesinden sonra orta sahamız daha da güçlendi. Kanatlardan Sabri ve Hakan Balta ile çok iyi geldik. Maçın 63. dakikasında Sabri'nin sağdan açtığı ortaya Semih kafa vurmak istedi top savunmadan sekti. Arkadan gelen Hakan Balta topu kontrol etti ve güzel,sert bir vuruşla topu ağlara gönderdi. 1-0 öne geçtik.
80.dakikaya kadar maç bizim kontrolümüzdeydi. son 10dk Slovakya da oyuna dahil oldu. Rüştü yine kritik bir top kurtardı. Son dakikalarda Slovakya bastırdı ama sonuç elde edemediler. Baktılar hakem maçı bitirmiyor bizimkiler sahaya atladı :D Fenerbahçeli olan sahaya Türk Bayrağını dikti :D Hakem maçı bitirdi ve Türkiye'miz hazırlık karşılaşmasından 1-0 galip ayrıldı.
Hazırlık maçı da olsa, milli futbolcularımızın bu performansı beni çok memnun etti. Üstelik sezonun yükünü daha üzerlerinden atmadan maça çıktılar. Ama görüldü ki atmış gibilerdi :)

STAT: Schüco Arena
HAKEMLER: Michael Weiner, Matthias Anklam, Sascha Thielert
TÜRKİYE: Rüştü,İbrahim Kaş (Sabri dk. 46), Gökhan Zan, Emre Güngör, Hakan Balta (Uğur Boral dk. 78), Kazım, Mehmet Topal (Emre Belözoğlu dk. 46), Mehmet Aurelio, Mevlüt (Gökdeniz dk. 46), Semih (Halil dk. 66), Tuncay (Arda dk. 74)
YEDEKLER: Tolga, Ayhan, Tümer, Emre Aşık, Ayhan
TEKNİK DİREKTÖR: Fatih Terim
SLOVAKYA: Senecky, Krajcik, Zabavnik, Hubocan, Skrtel, Mintal (Jakubko dk. 68), Sestak (Kolbas dk. 86), Hamsik, Petras (Jan Novak dk. 90+1), Vittek (Holosko dk. 79), Cech (Zofcak dk. 68)
YEDEKLER: Jan Mucha, Brezinsky
TEKNİK DİREKTÖR: Jan Kocian
GOL: Hakan Balta (dk. 63)
SARI KARTLAR: Skrtel (Slovakya), Gökdeniz (Türkiye)

1/1 yaptık .

ADIM ADIM ZAFERLERE DOĞRU YOLUMUZ AÇIK OLSUN..
ALLAH YARDIMCIMIZ OLSUN.

18 Mayıs 2008 Pazar

EURO 2008'e DOĞRU - ***TÜRKİYE***



TÜRKİYE


2002 yılından beri açız başarılara.. 2006 dünya kupasını bekliyorduk ama tam inanmamıştık sanırım, isviçreye yenilerek elenmiştik gruplara kalamadan.. 6 senedir başarıya hasretiz. Bu sefer tüm Türkiye inandı bu sene başaracağız. Bu sene 6 yıllık hasretimizi gidereceğiz Türkiye'mizle . Tüm yüreğimizle inanıyoruz biz...

ALLAH YARDIMCINIZ OLSUN!




2008 Avrupa Futbol Şampiyonası Kadromuz
Kaleciler:
Volkan Demirel (Fenerbahçe SK)
Rüştü Reçber (Beşiktaş JK),
Tolga Zengin (Trabzonspor)


Defanslar:

Gökhan Gönül (Fenerbahçe SK),
Uğur Boral (Fenerbahçe SK),
Sabri Sarıoğlu (Galatasaray AŞ),
Gökhan Zan (Beşiktaş JK),
İbrahim Kaş (Beşiktaş JK),
Emre Aşık (Galatasaray AŞ),
Servet Çetin (Galatasaray AŞ),
Hakan Balta (Galatasaray AŞ),

Orta Sahalar:

Mehmet Aurélio (Fenerbahçe SK),
Kazım Kazım (Fenerbahçe SK),
Mehmet Topal (Galatasaray AŞ),
Emre Belözoğlu (Newcastle United FC),
Tümer Metin (Larissa FC),
Yıldıray Baştürk (VfB Stuttgart),
Hamit Altıntop (FC Bayern München),
Ayhan Akman (Galatasaray AŞ),
Arda Turan (Galatasaray AŞ),
Tuncay Şanlı (Middlesbrough FC),
Gökdeniz Karadeniz (FC Rubin Kazan)


Forvetler:

Semih Şentürk (Fenerbahçe SK),
Nihat Kahveci (Villarreal CF),
Halil Altıntop (FC Schalke 04),
Mevlüt Erding (FC Sochaux-Montbéliard)


17 Mayıs 2008 Cumartesi

Fenerbahçe nedir?






İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan...

.......................Fenerbahçeli Nazım Hikmet



Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon için söylenmiş olmasaydı; bu atasözü Fenerbahçe'ye yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin, çelişkilerin, çatışmaların takımıdır Fenerbahçe. Seveni öldüresiye sever (ölümüne değil; hangi takımda "Kill For you" -senin için öldürürüm- diye bir grup var ki!), nefret edeni kin kusar; en çok Fener'i yenmek zevk verir, en acı Fener "yener"; beş atar dört yer. İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe. Zaten "Fenerlilik" de bu zıtlıklardan türer. İyi Fenerbahçe-kötü Fenerbahçe, güçlü Fenerbahçe-zayıf Fenerbahçe, en büyük Fener- i..e Fener, yıldızlar takımı- acıların takımı, efsane-kestane...

Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak doğuştan gelen özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda kaldıysanız, çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen bakmaz. "Dış görünüşüyle" yargılanmak en çok Fener'in kaderidir. Kendi ülkesinde, dışarıdan bu kadar itici görünen bir Real Madrid, bir de Bayern München vardır. Oysa "içeriden" bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz pembedir. Fener'den öteye hayat yoktur. Hatta başka bir takımı insan neden tutar, bu bile merak konusudur. Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla Fenerbahçelilere yakışır.

Fener'i sevmenin de sevmemenin de binbir zorluğu vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir: Ondan daha renkli bir takım yoktur, şaşaası, cümbüşü eksik olmaz, taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten bayılacak kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı Fenerli için en ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: büyükler içinde en "ağır" yenilgileri o alır, en komik durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan çıkar, tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik faciası ya da Aydın acısı yüreklerde hâlâ yaradır.

Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda bile, GS galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz pembe/duman olur. Bir maça bu kadar anlam yükleyen başka hiçbir taraftar yoktur . Bir önceki sezon Fener'e en ağır mağlubiyeti tattıran ayakların, bir sonraki sezon Fener forması giymesi adettendir (hatırlayınız: İlker, Oğuz, Aykut vs.). Ne de olsa affetmek erdemdir. Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey değildir... Şampiyonluğa mal olacak hata yapanı sokakta görse selam vermez (garibim Erol'un GS maçında yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın), ligin ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine sert giren rakibini Fenerli oyuncu unutur, taraftar unutmaz; acısını çıkarmak için bir sezon bekleyen bile vardır. Mazisini aklında tutan takımdır Fener. Ama unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. En başarısız sezon bile bir sonraki sezon için kriter olmaz. Her sene, her şeye yeniden başlanır. En azından böyle olması istenir. "Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakıyoruz" en çok Fenerlinin ağzına yakışır. Sinyor Can Bartu'yu da unutur, Şeytan Rıdvan'ı da. Gelen ağamdır ama gidene paşam denmez kolay kolay. "Mazi kalbimde yaradır" ama unutursam geçer. Ali Şen'in, takımı kümede zor tuttuğu dönemleri bile unutur, "Ali Şen Başkan Fener Şampiyon"dur.

Yine de vefalıdır. Bordeaux zaferinin yaratıcıları Hüseyin, Selçuk, Şenol'u kimse unutmaz, Aykut hep "kocaman"dır, Lefter'i anmayana hain gözüyle bakılır. Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener'e yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Sakaryalı grubunun başıdır, bir önceki maç beş gol atan adamın en fazla iki pozisyon kaçırma lüksü vardır; üçüncüde yuhalanır. Geçen senenin şampiyon kadrosu üç maç kötü sonuç alsın dağıtılır vs.

Türkiye birinci futbol ligi tarihinin (dikkat lig tarihinin!) en başarılı takımıdır Fenerbahçe (biliyorum birileri için tartışmalı bu; iki puana göre, üç puana göre ayrı tablolar çıkıyor ama Fenerlilere göre bu böyledir). en çok şampiyon olan takımdır, en çok galibiyet alan takımdır, ezeli rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak şampiyon olmuştur. Bir Fenerli için her şey, hatta tek önemli şey olan şampiyonluk için, rakipleri bazen yıllarca beklese de, Fenerbahçeli'nin gönlü beş seneden fazlayı kaldırmaz. Sarı lacivert zeminden baktığınızda hikâye böyle gözükür ama (dedik ya) madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Son yirmi yılın en başarısız büyüğüdür Fener, Birinci Lig tarihinin en ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon olmadığı neredeyse bütün senelerde taraftarını kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombom'lu altın yıllara gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret kalmıştır... Zaten Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci ligin 42-43 senelik tarihinde iki kez arka arkaya şampiyonluğa sadece iki kez ulaşmıştır. Fenerbahçe şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır. Tek tabanca, nokta atışı varken makineli tüfeğe ne gerek vardır. Nadasa kalmış takımın ertesi seneki görüntüsü nasıl bu kadar içler acısıdır, anlaşılamaz; şaşkınlık en çok Fenerbahçe'ye yakışır.

Sarı Lacivert renkler en çok Fenerbahçe'ye gider. Evet Fener zıtlıkları sever, ama siyah beyazı yutar. Fenerbahçe'nin Lacivert'i asilliği, Sarı'sı rakiplerin gıpta ve kıskançlığını simgeler derler (en azından armadaki renklere verilen anlam bu). Ama Sarı'yla Lacivert'i karıştırırsanız yeşil çıkar ve yeşil Fenerbahçe için sadece ve sadece başarıyı simgeler (bakınız yine arma). Başarı dindir imandır, tevazu anlamsızdır, galibiyet tek yoldur, tersini söyleyenler (ne acı ki) hep azınlıkta kalır. "Tamam şampiyon olmayalım ama en iyi topu biz oynayalım" lafı bir Fenerlinin verebileceği tavizin sınırıdır. Şan, şöhret, para, pul varken tevazudan bahsetmek ayıptır.

Gündüz gibidir Fenerbahçe... Sevenlerin içini açar, iş yoğunluğu tadında sevgi ister, bazen gözünüzü kamaştırır... Fenerbahçeli takımını hep gündüz gözüyle görür. Sürekli sever, her güzelliği ona atfeder. Her şeyi iyiye yorar, ama bir yere kadar. Yüreğine gece karanlığı çökerse bir anda değişir, dönüşür. Öfkesi taşar, her şey burasına gelmiştir, yakar yıkar. Kendi kalecisini döver, kulübü basar, yönetimden hesap sorar, kısacası zıvanadan çıkar. Fenerlinin zıvanası yarı açıktır zaten. Çıkmaya biraz da bahane arar. Soğukkanlılığın anlamı yoktur, hatta değil sıcak olan, kaynamayan kandan şüphe edilir. Fenerbahçeli şüphelenmeye bayılır. Hakemler, rakip, federasyon hepsi onun arkasından bir dolap çevirir. Ama oyuna gelmez. Esas oğlan sonunda mutlaka, herkese ve her şeye rağmen kazanacaktır. Kazanamamışsa bir oyuna gelmiştir; bunun hesabı gelecek sezonda sorulur.

Düşünüyorum da, içki olsa viski olurdu Fenerbahçe: Sek içilen, çabuk çarpan, havalı, iki tekten fazlası zararlı.
Ânı kurtarmak uğruna geleceğe bakmayan, havalı transferi mantıklıya tercih eden, bünyesinin kaldıramayacağı şişkinliklerden yüzüstü kalan... Rakı olacak değil ya. Rakı sebat ister, usûl ister, meze ister. Oysa sebatkârlık ya da düzen pek uğramaz Papazın Çayırı'na. Her sene antrenör değiştirmesi bir yana tarihi boyunca başkanını bile zırt pırt değiştirir durur. Arka arkaya, Faruk Ilgaz (8) ve stadın isim babası Şükrü Saracoğlu (16) dışında, beş sene kulüp başkanı olarak kalabilen hiç kimsenin olmaması sadece bir rastlantı olmasa gerek.

Yemek olsa türlü olurdu Fenerbahçe; hatta "binbir türlü". Nijeryalı'dan Deniz'ler çıkarır, yedi düvelden adam oynatır, türlü türlü yönetici barındırır (gerçi cebi derin olma konusunda tek türü tercih eder), çeşit çeşit taraftarı vardır; hiçbiri öbürüne benzemez... Kadrosunda Türkiye sınırları içinde yetişen ancak birkaç oyuncu vardır, Kanarya'nın raconu budur. United Colors of Benetton olmak ayrı bir hazdır. Yönetici olmak da buna benzer. İşini gücünü bırakıp Fener yönetimine giren de vardır, bütün malvarlığını Lacivert Sarı forma altından su yürüterek kazanan da; bunu bir imaj kaygısına çeviren de vardır; bunu bir şeref olarak gören de. Ama en çok taraftarı renklidir Fener'in. Zaten kulüp "kimsenin malı" değildir, herkes gelir geçer ama taraftar kalır. Yönetim, takım sahtekâr kaynarken onlara da en büyük olmak yakışır. Kadıköy'de çıkış bulmak gerçekten zordur. (Son zamanlarda değişiyor ama) Fenerli yavrusunu severken boğmaya kalkar. Her mağlubiyette en çok gözyaşı Kadıköy'de dökülür. Demokles'in bir kılıcı varsa, o hep Fener seyircisinin elinde (bazen de başının üstünde) sallanır. Biçer, döver, uğruna ölür, öldürür... Ama ayakta kalan hep taraftar olur.

Ders olsa matematik, üniversite olsa İstanbul Üniversitesi, meslek olsa tüccar olurdu Fenerbahçe...
Sıradan rakamlardan en zor denklemler üreten ama iki kere ikinin her zaman dört etmediği, hesaba kitaba sığmayan bir matematik; derlenip toparlanamayacak kadar büyük, bir o kadar köklü, eski ve yeniyi bir arada barındıran bir üniversite ve malını iyi satan, göz boyamasını bilen, para harcamasını seven bir tüccar. En küçük sorunları bile günlerce tartışan, oyuncu yapısından uyumlu bir formül çıkartmayı kimsenin başaramadığı, bilinmeyen bir dolu şeyin havada uçuştuğu bir matematik... Tarihine sahip çıkan, ama bir efsane anlatıcısı olmanın dışında ondan hiçbir ders çıkarmayan, hatta sürekli sınıfta kalan, bir senesi bir senesine uymayan, elindeki değerleri bir bir yitirirken kibrinden ve azametinden hiçbir şey kaybetmeyen bir üniversite ve ne kadar okumuş da olsa, kafası hinliklere çalışan, pazarlık erbabı, ahbap-çavuş ilişkilerini gelire tahvil eden bir tüccar...

Kendisi dışında bir takım olsa Real Madrid, ülke olsa Brezilya, spiker olsa Ümit Aktan, hakem olsa taraflı olurdu Fenerbahçe. Real Madrid, ama biraz eksik bir Real Madrid olurdu. Bu kadar zenginlik içinde yüzerken dahi altyapıya Fenerbahçe'ye göre daha çok önem veren, Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük üç takımından biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real Madrid'le Fener'in ilişkisi biraz abi-kardeş ilişkisi gibi ama kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle içli dışlı olmak, lig tarihinde başarıya doymamak, en çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da hep Brezilya olmak istedi Fener. Onun gibi fiyakalı, onun gibi gözü doymak bilmeyen, onun gibi çalımcı, onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran), onun gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız takımı olmak yani...Ama Ümit Aktan'lık kaderde var. Maç kadar, maçın dışına da bakan, yeri gelince uyduran, espri olsun diye azıtan, renkli ama huylandırıcı, bilen ama bilmişlik de yapan bir Fenerbahçe. Sahanın dışındaki olaylara bağımlılığı artık kabak tadı veren, hava olsun diye konuşan yöneticileri yüzünden komik durumlara düşen, her zaman en iyi olduğunu savunan bir Fener. Ve tabii ki taraflı. Fener'den hakem olmaz; bu bahsi geçelim, karşı tarafa düdük çalan her hakem i..edir. Aksini iddia eden de öyle. Fenerli gelemez öyle şeye.

Akraba olsa dayı, organ olsa ağız, deniz olsa Akdeniz, dağ olsa Ağrı olurdu Fenerbahçe... Hani ailenin haytası bir dayı vardır. İki de bir yeni projelerle zengin olacağından bahseder. Ayranı yoktur içmeye ama en şık kıyafetlerle gider kenefe. Vaatlerin, hayallerin insanıdır. En çok yeğenlerini sever, hiç evlenmez falan. Haytalıkta kim Fener'in eline su dökebilir ki? Hep yaramaz çocuğu oynar Fener, hakkını vermezlerse bağırır çağırır, her sene şampiyonluk düşleri görür. "Bu sene değil ama gelecek sene başarıyı hedefliyoruz" diyen bir teknik adama ya da başkana rastlanmamıştır. En büyük yıldızların transfer söylentileri dolaşır. Ve milyonlarca yeğeni (çocuğu yok ya) onun ağzından damlayan ballara bakakalır. Ama ne yazık ki dayı haytadır. Yalanlar çabuk çıkar, mum sönmek için yatsıyı beklemez. Yine de vaat edilecek bir dolu yeni şey vardır. Ağız torba değildir ki büzesin. Fenerbahçe de büzülmez zaten. Sürekli konuşur. "Bugüne kadar hakemler hakkında hiç konuşmadım ama" diye başlayan tiradlar en çok Fenerli yöneticilerin ağzından dökülür. Ağız dalaşında maharet yöneticiliğin birinci sınıf vasıflarındandır. Yoksa Çavuoğlu Ömer'e nasıl tahammül edilir ki? Olsun, yine de birilerinin ağzının payını vermek bazen bir gol kadar haz verir. Doğum gününde Fatih Terim'e "iyi ki doğdun" diye bağıranlar hangi Fenerlinin yağlarını eritmemiştir ki? Akdenizli pek yağ tutmaz zaten. Anlık öfkenin ve sevincin sel gibi aktığı bir memlekette en çok Akdenizli Fener tribününde yer alır. Ama bu Akdeniz Tsunami üreten cinstendir. İki de bir her şey su altında kalır. Sil baştan takım kurulur. Zirveden fiilen uzaklaşılsa da, yürekler hep zirve yapar. Ağrılı sızılı bir sevgiye de Ağrı Dağı yakışır. Çok adam yutmuştur Ağrı. Benim diyen dağcıları geri vermemiştir. Fener'in en bildik yanıdır öğütücülüğü. Her şeyi öğütür Fener. İyileri kötüleri, güzeli çirkini, sapla samanı. Geriye kalana bir lokma tat almak, yani arada bir şampiyon olmak düşer.

Düzen olsa demokrasi, politikacı olsa Demirel, ideoloji olsa kapitalizm olurdu Fenerbahçe... Evet Fenerbahçe'den demokrasi olur. Bu kadar şeffaf bir yönetim demokrasilerde bile zor olur. Bütün kamuoyu önünde en mahrem sorunlarını tartışmak her yiğidin harcı değildir. Her kafadan bir ses ancak bu kadar çok çıkar. Sürekli koalisyonlarla yönetilir, sürekli erken seçime gidilir, sürekli tepedeki değişir. Biraz Yunan Demokrasisi'ni andırır, çünkü en büyük kesim taraftarlara oy hakkı yoktur. Zaten bu demokrasi de biraz populist bir demokrasidir. O yüzden en çok Demirel olmak yakışır. Hep eleştirilmiştir ama en çok iktidara da o gelmiştir. Oyunun kurallarını iyi bilir, lafını sakınmaz, işle değil zekasıyla ayakta kalır. Üstelik hiç değişmemitir. Fener de değişmeyi sevmez. Hep aynı şekilde yönetmek en temel adaptır. Fenerbahçe taraftarı başkanlık koltuğunda hep Demirel'in türevlerini görmüştür. Ali Şen'e başbakan diye boşa bağırılmamıştır. Fener'e hep böyleleri yakıştırılmışsa bunun nedeni kapitalist düzenin sağlam çark tutmamasıdır. Sadece güçlülerin ayakta kalacağı bir yarışta Fenerli de güce tapar. Başarı için her yol mübahtır. Ama Türk usulü bir kapitalizmdir bu. Rasyonalite nedir tanımaz. Batmamak için işçi çıkartır ama hava atmaktan geri kalmaz, gerekirse düzen değiştirir ama hep randıman peşinde koşar.

Futbolcu olsa kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kaleci'nin yalnızlığı ve sınırda duran hali dillere destandır. Hiçbir zaman Fevzi gibi bir kaleci olmayacaktır Fener ama Rüştü'den yukarısını bir kez tatmıştır; o da deli çıkmıştır (Schumacher). Rüştü'nün yediği ve kaleciliğine yakışmayan ne kadar gol varsa Fenerbahçe'de kulüp olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır çeker; kupada final oynar kaybeder (tabii ki penaltılarla), son haftadan önce şampiyon olmasına pek az rastlanır, kaleci gibi son çizginin takımıdır. Kalecilere en çok 2-3-5 denen, şimdilerde kimsenin uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer. Fenerbahçe'de herkes gol atmak ister. Takım kötü giderken hep forvet arayışına gidilir. Takımı takım yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci plandadır. Mümkün olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu riski almaz. Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen kovulur...

Artist olsa Erol Taş, çizgi roman olsa Çelik Bilek, haber olsa asparagas olurdu Fenerbahçe... Fenerbahçe'ye kötü adam olmak yakışır. Kötüsü boldur. En sevilen eski futbolcusu bile yazar olunca kötü olur. Fenerbahçenin başarıları, herkese kötü gelir. Fenerbahçeli galip gelince Erol Taş gibi güler. Gülüşüne laf edene de epey ters çıkar. Bileğine güvenir, herkesle baş edeceğine, sülalesi gelse yerle bir edeceğine inanır. Zaten düşman da kırmızı (sarı) urbalıdır. Evet, attığı her adım, söylediği her söz haber olur ama yalan haber olur. Bir takımdan bu kadar haber çıkabileceğine bir tek İtalyanlar inanır. Fenerbahçe basının göz bebeğidir, ekmek kapısıdır. Fenerbahçe'de yaprak kımıldamasa neden kımıldamadığı haber olur, hatta bundan iki Siyaset Meydanı bir Bizim Stadyum çıkar. Fenerbahçe kulübü kapansa basındaki işsizler ordusu ortalığı Arjantin'e çevirir, ama Fener Brezilya'yı sever ve onları yüzüstü bırakmaz. Nasıl ki, asparagas, sırf yalan ve uydurma olduğundan hiçbir anlamı yoktur, Fener basını da Fener'e hiçbir katkıda bulunmaz. Zaten hepsi yav..k basındır. Fenerbahçe düşmanıdır.

Şair olsa Can Yücel, şarkıcı olsa Müslüm Baba, grup olsa dağılırdı Fenerbahçe...
Ağzı bozuktur Fenerlinin. En temiz görünen bile, "Avrupa fatihiymiş Galatasaray..." tezahüratını zevkle bitirir. Ama lafı gediğine koymayı da bilir. Can Baba gibi savruk bir yanı da vardır. Bir türlü toparlanamayacakmış gibi durur ama arada şiir gibi futbolu da esirgemez. Güzel oynamayı her şeye tercih eder. Bol çalımlı, şık bir gol en güzel şarkıdır Fenerliye. Ama Fener'in kulağı güzel tangolardan, sambalardan ziyade Müslüm Baba'ya aşinadır. "Acıların takımı"na acısız şarkı yakışmaz. Arada bir gülen yüzlere içten bir nağme okumak konusunda da Müslüm Baba'nın üzerine yoktur. "Yaşa Fenerbahçe" takımın marşıysa "Nereden sevdim o zalimi" şarkısı da gizli söylenen nutkudur. Yine de sever Fenerli. Umutsuz yaşanmıyor der. Mutluluğun resmini arar durur.

Öyle ya da böyle; peki nedir Fenerbahçe? Futbolda dolu dolu bir hayat vardır diyenlere sormak lazım bu soruyu. Bir takımdan öte bir şey olduğu kesin. Bir yaşam/varoluş biçimi mi? Böyle söylemek de biraz abartılı olur (bu raddede seven yok da değil hani!). Dünyanın en garip takımı mı? Bu da çok belirsiz. Yoksa her ikisi birden mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, benim yüreğim ortada bir yerde çarpıyor. Oysa, bıktırmak pahasına tekrarlayalım: Madalyonun iki yüzü vardır: Yazı mı, tura mı?



Bağış Erten

16 Mayıs 2008 Cuma

FENERBAHÇELİ OLMAK...


FENERBAHÇELİ OLMAK

Nuri zade Ziya Songülen olmak isterdim baharında 1907`nin,
Yanında iki kafadar dostu ile,
Belki bilir, belki bilmez attığı tohumun büyüklüğünü,
Sarı beyaz diye başlayan, ardından sarı lacivert olan,
O büyük heyecan ve gurur renklerinin,
İlk ve kurucu başkanı olmak isterdim.

Ayetullah Bey olmak isterdim yüzyıl evvelinde,
Bir efsanenin doğumunu çıplak gözlerle izlemek,
Futbol aşkıyla çıkılan bir maceranın ikinci başkanı olabilmek,
"Ben Fenerbahçeli`yim" diyecek kadar sahiplenmek isterdim,
Kadıköy`den doğan güneşi.

Topuz Hikmet olmak isterdim 1910`larda,
Bayrak kırmızısının üzerine meşe yaprağını,
Sari lacivert ile bezeyip,
Dünyanın "en büyük sevgisiyle bağlanılacak" armasını,
Nesillerden nesillere aktarılacak,,
En güzel ask mührünü çizmek isterdim.

Sağ haf Arif olmak isterdim Çanakkale Savaşı zamanlarında,
Bir cepheye koşup ülkemi savunmak,
Bir sahaya koşup FENERBAHÇE`mi yüceltmek için,
Tek canımı ülkeme verirken,
Aklımda sari-lacivert yarim ile toprağa düşmek isterdim.

Dalaklı Hüseyin olmak isterdim,
Bir büyük destanîn ilk teknik direktörü olmak,
Gönüllerdeki resim galerisinde,
İlk komutan fotoğrafı olmak isterdim.

Galip Kulaksızoglu olmak isterdim, Ardından binlercesi gelecek,
Her birinin ayrı bir kıymeti olacak,
Her biri binleri, onbinleri, milyonları coşturacak,
Bazen bir tanesi için herseyimizi vereceğimiz,
O gollerin birincisini atan olmak isterdim.

Zeki Rıza Sporel olmak isterdim,
Forması santraya katlanarak getirilen,
Öpülerek teslim edilen bir bayrak gibi,
Türk futbolunun ilk büyük golcüsü,
FENERBAHÇE`nin ilk futbol efsanesi olmak isterdim.

Cihat Arman olmak isterdim,
Sarı kazağından esinlenerek,
Kanarya sembolünü vermek Fener`e,
Kale direklerinin içinde bir duvar,
Rakiplerin bile gıpta ettiği,
"Uçan kaleci" olmak isterdim.

Saraçoğlu Şükrü olmak isterdim,
Delicesine sevdiği renklere 16 sene başkan olmak,
FENERBAHÇE Başkanlığı`nı,
Başbakanlıktan öte tutmak isterdim.

Dağlaroglu Rüştü olmak isterdim,
27 Mayıs`in ihtilal komutanlarına,
"Bu Kulübü işgal kuvvetleri kapatamadı. Sen hiç kapatamazsın" diye
kafa tutan,
FENERBAHÇE`nin tarihini yazan adam olmak isterdim.

Lefter Kucukandonyadis olmak isterdim,
Futbolunu görmesek bile hayran kaldığımız,
Dinlediklerimizle kalbimize taht kuran,
Türkiye tarihinin "ordinaryüs profesörü" olmak isterdim.

Can Bartu olmak isterdim,
Ayni gün içinde 2 golü atıp futbol sahasında,
Sonra da basketbol salonunda 28 sayı bırakmak,
Ezeli rakibinin potasına,
Türkiye`nin "Sinyor"u olmak isterdim.

Didi olmak isterdim 1970`larda,
Basının üzerine kaldırdığı Dünya Kupası`nda,
Ya da futbolun en sevilen ülke olduğu Brezilya`da,
Gördüklerinin çok fazlasını yasadığı FENERBAHÇE Cumhuriyeti`nde,
Aydınlık saçan bir "siyah adam" olmak isterdim.

Cemil Turan olmak isterdim,
Son siyah-beyaz fotoğraflı yılların,
Yıldıza hasret senelerinde Türk futbolunun,
Hani topu alınca ayağına,
Önüne gelene çalımı basan,
Ayaklarıyla düşünen adam olmak isterdim.

Selçuk olmak isterdim,
Kayhan olmak isterdim,
Hüseyin ya da Pesim,
Nezihi olmak isterdim deliliği aşkından menkul,
Rıdvan olmak isterdim,
Oğuz, Aykut...
Ya da unutulan bir sporcusu FENERBAHÇE`nin,.

Faruk Ilgaz olmak isterdim,

... Ya da İslam Çupi,
En güzel kelimelere raks ettiren,
Futbola ve onun sözlerine sari lacivert nefesler veren.

Sadece taraftar olmak da yeterdi bana...
Hüzünde göz pınarlarındaki bir damla yas olmak isterdim,
Sevinçte havaya kalkan bir yumruk...
Bir damla alin teri,
Bir damla kan olmak isterdim sarı laciverdin üzerine düsen...

Sarının yanında lacivert olmak isterdim,
Ya da laciverdin yanında sarı..

Ben bir kez daha dünyaya gelsem,
Genç Fenerbahçeli olmak isterdim.

Daha da ötesinde dostum,
Ben bir kez daha dünyaya,
Sırf Fenerbahçeli olabilmek için gelmek isterdim.......

FENERBAHÇELİ OLMAK...


*Fenerbahçeli olmak demek sarı arabanı kırmızı arabanın yanına park etmeyip ceza yemektir...

* Fenerbahçeli olmak demek arabanın deposunda bir damla benzin kalsa bile yakınındaki shell den değil en uzağındaki opet ten almaktır...

* Fenerbahçeli olmak sevgilinin doğum gününü unutup ta Fenerin maç saatini günü unutmamaktır...

* Fenerbahçeli olmak demek saatler 19:07 yi gösterdiğinde lacivertti sarı geçiyor diyebilmektir .

*Fenerbahçeli olmak demek ölümüne sevmektir

*Stada gittiğiniz her maçta, görebildiğiniz ve stada girebildiğiniz için Allah’a şükretmektir.....

* Hafta sonlarınızı Fenerbahçe’ye göre programlamaktır...

* Fenerbahçeli olmak, sevgilin seni terk ettiği gün maça gidip hıçkıra hıçkıra “Fenerbahçe’m benim biricik sevgilim söyle senden başka kimin var benim” diye bağırmaktır.

* Odanın perdelerinin bir parçasını sarı, diğer parçasını lacivert yapmaktır....

* Ablanı istemeye geldiklerinde annen baban verecekken odaya girip “Enişte Bey Fenerbahçeli değilse ablamı vermem” demek...

* Ev ararken ya boğazı ya Şükrü Saraçoğlu’ nu görsün demektir...

* Fenerbahçeli olmak, her sezon başında cim bomlu arkadaşlarınla 2 maç 6 puanına gönül rahatlığıyla iddiaya girmektir...

* Evlenme teklifini stada pankart açarak yapabilmektir...

* Fenerbahçeli olmak maç günü formamı giyememişsem, kötü bir sonuç alırsak kendimi suçlu hissetmektir...

* Sevgililer gününde eşine mesaj atarken sevgisini ifade edebilmek için “Seni Fenerbahçe’m kadar çok seviyorum” yazmaktır....
*Fenerbahçeli olmak evdeki okey taşlarının kırmızı rengini tinerle soldurup sarı lacivertte boyamaktır...

Fenerbahçeli olmak, eşini doğum için hastaneye yatırıp doktordan zaman var onayını aldıktan sonra dünyaya gelecek kızına ilk giysi olarak Fenerbahçe’nin yeni doğanlar tulumunu giydirebilmeleri için Küçükköy’ den Saraçoğlu Maraton Fenerium’ a gitmesi, telaş içinde ve aceleyle döndüğünde eşinin doğumhaneden çıktığını ve bebeğin giydirilmek üzere olduğunu görmesi yani doğum esnasında yanında olamamasıdır bazen.
Her maç günü eşiyle boşanma aşamasına gelmektir.
Fenerbahçeli olmak, bir ayrıcalığa sahip olmaktır ve o ayrıcalık Fenerbahçeli olmaktır.
Fenerbahçeli olmak, 1 milyon verip de aldığın pet şişe suyun içecek olduğunu kavrayan düşüncedir.
Bu sevdadır, bu bilinçle sevilir.
Bence bir bardak sudur Haziran sıcağında içilen yada tuzdur mis gibi aşımın içinde, taptaze bir vişne tanesidir çikolatalı dondurmamın üstünde, belki sıcacık bir bardak çaydır Kadıköy’ de iskele kenarındaki hasırda yada yanındaki karper peyniri veya simididir veya Kastamonu’ da dağda çevrilen bir kuzu , Antep’ in baklavası, Hatay’ ın künefesi, Balıkesir’ in höşmerimi, Beşiktaşlı Pando’ nun balkaymağı, İnegöl’ ün köftesi.
Ve arkadaşlarım bir şey fark ettim Fenerbahçelilik acıkmaya engel değilmiş.
Evet Fenerbahçeli olmak onu derinden ve her şeyden üstün tutarak yaşamaktır.
Kendi düğününden arada bir kaçıp düğün salonunun mutfağında Fenerbahçe maçını seyretmektir. Düğün hediyesi mi? M. United : 0 - Fenerbahçe : 1
Fenerbahçeli olmak, bilmediğini bilmektir, öğrenmeye heves etmektir, öğretmeye gönüllü olmaktır.
Fenerbahçeli olmak, ne istediğini bilmek değil, nasıl isteyeceğini bilmektir.
Fenerbahçeli olmak, ilerde doğacak evladının “Sarı Lacivert Şampiyon Fener” çekmesini şimdiden öğrenmesi için hamileyken mabedde olmayı planlamaktır.
Eskiden yapılan sezon açılışlarında veya uzunca bir süre maça gidemedikten sonra gidilen ilk maçta çıkış tünelinde çubuklu formayı görünce gözlerinin dolmasıdır.
Aşkın kimseye değil renklere olmasıdır.
Daha lise yıllarında hafta sonu arkadaşta kalacağım diyerek birlikte Ankara’ dan İstanbul’ a maçlara kaçmaktır.
Üst düzey yabancı misyonun verdiği bir yemekte Fenerbahçe-Gaziantep maçını, yemekte arkadaşıyla cep radyosu kulaklığından dinleyip, 4. golde masadakileri devirip “Gooollll” diye dakikalarca kimseye aldırmaksızın bağırmaktır.

Kışın ayazında pazar akşamı oynanacak maça cumartesi gecesinden stada sabahlamaktır.

Sarı lacivert bir şapka, atkı, forma veya rozet taşıyan çocuk-yaşlı, zengin-fakir, sağcı-solcu ayrımı yapmadan öz kardeşiymiş gibi sevgiyle bakmaktır.

Hiçbir maddiyat beklemeden yeryüzündeki tek taraflı en büyük aşktır o.

Fenerbahçeli olmak, düğün töreninde, yüzlerce insan önünde nikah kıyılırken nikah memurunun evlenmeyi kabul ediyor musunuz sorusuna sarı lacivert duyguları içinde “Evet” diye cevap vermek ve hemen akabinde orkestraya Fenerbahçe marşını çaldırmaktır.
Kayınpederin olacak kişiyle ilk görüşmende sessiz ve stresli ortamın bir anda televizyonda beliren Rapaiç sayesinde 40 yıllık arkadaşmışsınız gibi değişip, güzelleşmesidir.

Fenerbahçeli olmak, aynı düşünceye sahip olan kişilerle duygularının paylaşmak anlamına geliyor benim için.
Bilet bulamadığın için gidemeyeceğin bir pazar günü maçını televizyonda izleyeceğinden dolayı maç saati gelinceye kadar Bayrampaşa’da oturan sevgilinle buluşmayı düşünüp Üsküdar’ a gelmesini isteyen ve vapurdan iner inmez daha hoşgeldin öpücüğü kondurmadan telefonun çalıp karşındakinin “Abi akşamki maça bilet buldum” demesi üzerine sevgilini paketleyip tekrar geldiği vapurla evine yollamaktır. Eee bir kalbe iki büyük sevgi sığmaz bazen.

8-9 yaşlarında küçük bir kız çocuğuyken bir gazetenin verdiği kağıttan “Fenerbahçeli centilmen taraftar kartına” adını soyadını yazıp fotoğrafını yapıştırmaktır.

Sen henüz 8 yaşındayken önce gözünü korkutmak için yapılan bir nezarethane gezisinden sonra Galatasaraylı olmazsan seni hapse alacağını iddia edip, çekmesinden kelepçeleri çıkaran başkomisere kollarını uzatıp “Hadi gidelim” demek ve arkaya dönerek babaya elveda anlamına gelen bir öpücük kondurmaktır. Babamın sayemde bir çilingir sofrası kazandığını yıllar sonra öğrendim.

Karımı boşarım Fenerbahçe’yi boşamam deyip herkese bu kadarda olmaz dedirtmek birde üstüne kız arkadaşının gözünde bu yüzden değer kaybetmeyi göze almaktır.

Fenerbahçeli olmak, nefes almak gibi, yaşamak gibi, canım gibi…

Fenerbahçeli olmadan bu sevgi anlaşılmaz, Fenerbahçe olmadan da hayattan zevk alınmaz bilen bilir.

Hiçbir şeyi Fenerbahçesinin üzerine koyamayıp, eşinin “En çok kimi seviyorsun” sorusuna “Seni seviyorum Sarı Kanaryam” diyerek politik davranabilmektir.

Fenerbahçelilik herkesin içinde tek olabilmektir.

Ya Fenerbahçe ya ben diyen 15 yıllık cimbomlu kocana tabiî ki Fenerbahçe. Başka koca bulurum ama başka bir Fenerbahçe asla demektir.
15 yıl içinde Kadıköy’ de 2 defa Fenerbahçe-Galatasaray maçlarının evliliğinin bilmem kaçıncı yıldönümüne denk gelmesi ve kocayı bırakıp yıldönümünü esas sevgiliyle kutlamak demektir.

Bütün hayatını Fenerbahçe’ye göre planlamak demek.

Fenerbahçeli olmak PSV maçı sabahı, sabah ezanıyla uyanırken bir sesin kulağına 3-0 diye fısıldadığını duyup, bütün gün herkese maç 3-0 bitecek diyerek dalga konusu olup, akşam maçı izlerken 3. gölü beklemekten ilk 2 golün sevincini yaşayamamaktır.

Tuncay denildiği zaman hüngür hüngür ağlamaktır. Yaşına, başına, mekana ve kariyerine bakmadan.

Altı aylık bebişin kucağında Üsküdar’ ın göbeğinde dolaşırken 2. katta olan bir dev ekran televizyonun 4’de 1’i gözüken kısmından Sakaryaspor maçını izleyip, Luciano’nun uzatmada attığı golden sonra ufacık bebeğin korkmasına aldırmadan ve yaşından başından utanmadan tabiri caizse eşekler gibi bağırmaktır.

Fenerbahçeli olmak, ölen yavrusunun arkasından onun vasiyetini yerine getirip Fenerbahçe’sini izlemesidir bir babanın.

Tribünlerde kaybedilen küçücük bir yürek için açılan pankart, o babanın büyük acısını şu dizelerle paylaşmaktır.
“Haykıracak nefesim kalmasa bile,
Ellerim uzanır olduğun yere,
Gözlerim görmese ben bulurum yine,
Kalbim durmuşsa inan çarpar seninle.”

Fenerbahçeli olmak, mutfakta rakı doldururken salondaki biraderin Old Trafford’ da Boliç’in gölüyle “Gooolll” diye bağırmasını duyup heyecandan koridordaki halıya ayak parmağını yakarak kadeh bir tarafa, küllük bir tarafa 4m. Ötedeki salona kadar uçtuktan sonra yerde kapı pervazına kafayı çarpıp durmaktır.

Fenerbahçeli olmak, şampiyon olunca Cumhuriyet gazetesine manşet attırmak, kırmızı Sabah logosunu sarı lacivert bastırmaktır.

Fenerbahçeli olmak, uzaydan görülmeyen ama dünya üzerindeki tek ve en büyük insanı yapıdır.

Gönül adamı olmaktır, hayattan zevk almaktır, doyumuz olmaktır, asla yetinmemektir.

Niye sini bir türlü söyleyemeden kendini adamaktır.

İnatçı olmaktır, dimdik durmaktır.

Biraz acıyı sevmektir, her gün gururla dolaşmaktır.

Durakta beklerken tezahürat bestelemektir, asfaltı lacivert, şeritleri sarı görmeyi istemektir.

Yazları stadı özlemektir, sabaha karşı gidip stadın duvarlarını sevmektir. Stadın çimenlerini yastığın altına koyup uyumaktır.

Mahalle maçlarında Gs-Bjk karmalarına karşı maç yapmaktır.

İş görüşmesinde “Galatasaraylı olmazsan işe alınmayacağı” söylendiğinde, “Dinimi değiştiririm takımımı değiştirmem” diyebilmektir.

Fenerbahçe marşını söylerken gözünden yaşlar süzülmesidir.

Şampiyonluk maçını yoğun bakımda dinlemek ve başında sarı lacivert bereyle sabaha kadar hastane koridorlarında turlamak, acile gelen hastaları başında aynı bereyle muayene etmektir.

Evlenme teklifini “Benimle evlenirmisin ve Fenerbahçeli olur musun?” diye yapmaktır.

Fenerbahçe’min maçlarını seyrederken duygulanıp ağlamaktır.

Bursa 5. gölü attıktan sonra çalıştığınız bankanın Gebze’ li genel müdürüne “Daha yiyeceksiniz” diyebilmektir.

Fenerbahçelilik sevmektir, sevilmektir. Aşktır, onurdur, gururdur.

Kızgın kumlardan serin sulara atlamaktır.

İşte öyle bir şey.

Bir Fenerbahçelinin diğer bir Fenerbahçeliyi görünce gözlerinin içinin gülmesi demek.

Ektiğin tohumların filizlenmesi, yitirdiğin bir şeyin taşınırken bulunması demek.

Güneşin ilk ışıkları, sabah kuşların cıvıltısı demek.

Yağmurdan sonra buram buram toprak kokması demek.

Sevdiğin insanın karşına çıkması demek.

Toprağın, tohumların uyanışı, düşünme, düşünülme, sevmek, sevilmek demek.

Fenerbahçeli olmak 8-9 yaşındayken ofsayt gerekçesiyle verilmeyen golümüzden sonra Trabzon’un kontratağa çıkıp dakika 89’da Dobi Hasan’ın attığı golle Trabzon’a 1-0 yenilmeyi hazmedemeyip hüngür hüngür ağlamak ve o günden bu yana Trabzon’u çok sevmemek demektir.

Yani renkdaşlar Fenerbahçe bazen bir hastalıktır. Dünyanın en güzel hastalığı.

Aşktır, ihtirastır.
Yaşanan elim bir kaza sonrası 5 genç Fenerbahçeli kardeşimizi kaybetmenin üzüntüsü içindeyken onları defin ettiğimizin haftası tüm aile bireyleri ve taraflı tarafsız Tuzlalılarla birlikte mabedde Kocaelispor maçını seyretmek ve o seyir sırasında orada o güzellikleri tüm Fenerbahçe taraftarlarından ve yönetiminden görmek. Tuncay’ımın attığı golden sonra bize koşarak “Kalbimizdesiniz” diyerek kardeşlerimiz için yaptırdığımız pankartı işaret etmesi ve bizleri o anda gözyaşlarına boğmasıdır.

Fenerbahçeli olmak, atılan golden sonra heyecandan bayılıp, saha doktorunun revire götürelim dediği halde “Uğur bozulur” deyip tribünden ayrılmama, tezarühatlara devam etmek, revire gitmemektir.

Fenerbahçe’yi benden çok seviyorsun diyen eşinize “Evet” demektir.

Evlendiğiniz gün düğünden ara sıra kaçıp Orduevinin televizyon salonunda maç seyretmektir. İstanbulspor:0 – Fenerbahçe

Stada gittiğiniz her maçta, görebildiğiniz ve stada girebildiğiniz için Allah’a şükretmektir.

Maç günleri vapurda, yolda gördüğünüz herkese gülümsemek ve sevdiğinizi hissetmektir.

Maçın devre aralarında gidip çay almanızı istediği için eşinizi stada götürmemektir.

Hafta sonlarınızı Fenerbahçe’ye göre programlamaktır.

Fenerbahçeli olmak, sevgilin seni terk ettiği gün maça gidip hıçkıra hıçkıra “Fenerbahçe’m benim biricik sevgilim söyle senden başka kimin var benim” diye bağırmaktır.

Fenerbahçeli olmak, hastaneye kaldırıldığında “Aman oğluma haber vermeyin, bugün maça gidecek” demektir. Oğlu öğrenip gelince “ Ben çok iyiyim, hadi dön İstanbul’ a maça git” demektir. Oğlanın maça yetişemeyip Adapazarı gişeleri yakınında radyoda maçı dinlerken babasına en içten teşekkürüdür.

Hangi birini saysam…
Odanın perdelerinin bir parçasını sarı, diğer parçasını lacivert yapmaktır.

Ablanı istemeye geldiklerinde annen baban verecekken odaya girip “Enişte Bey Fenerbahçeli değilse ablamı vermem” demek.

İç çamaşırına kadar Fenerium ürünleri giymek, kredi kartı olarak Fenerbahçe logolu ve takımımıza pay veren kartları kullanmak.

Maçın 20. dakikasında ensesinde patlatan meşaleden dolayı saha içine ambulansa alınıp “2 derece yanık var hastaneye gitmen gerek”
diyen doktora gülüp, maç bittikten sonra hastaneye gitmektir.

Fenerbahçeli olmak evlenme teklifini stad manzaralı Boce restaurantta almaktır.

Ev ararken ya boğazı ya Şükrü Saraçoğlu’ nu görsün demektir.

19 Temmuz 2003 tarihinde evlenebilmek için Kadıköy evlendirme dairesindeki memurlara yalvarmak, zar zor gün alabilmektir. 19.07

Her ülkeye, şehre gidişte Fenerbahçe logolu ürünler giymek göğsünü gere gere dolaşmaktır.

Şampiyon olunca Marmara denizini sarı lacivert görme hayalleri kurmaktır.

3-2’lik Bordo maçı sonrası şuurunu kaybedip, dolaba kafa atmak, dolabın üstüne yıkılmasına sebep olmak ve soluğu acilde almaktır.

Fenerbahçeli olmak, Boliç’in attığı golle kazandığımız Manchester maçından sonra sabaha kadar uyumayıp, sabah bütün İngiliz gazetelerini toplamaktır. Bunu bende yaptım.

Fenerbahçeli olmak, daha Türkiye’ ye kesin dönüşü belli olmadan, hala İngiltere’ de çalışırken kombinesini almaktır.

Fenerbahçeli olmak, her sezon başında cimbomlu arkadaşlarınla 2 maç 6 puanına gönül rahatlığıyla iddiaya girmektir.

Dünden çok yarından az sevebilmektir.

Hiçbir zaman hiçbir koşulda eziklik hissetmemektir.

Evlenme teklifini stada pankart açarak yapabilmektir.

Ha birde nikah masasına 19.07 tarihinde oturup, 19.07 saatinde evet demektir.

4-3’lük Fenerbahçe maçını setretmek için sınav günü okuldan kaçıp yazılıdan 0 almaktır.

Eşine seni Fenerbahçe kadar çok seviyorum dediğinde ondan asla vazgeçmeyeceğini anlayıp sana teşekkür etmesidir.

12 yaşındaki bir çocuğun Bursa’ daki evinden gizlice kaçıp mabeddeki maçı seyretmesi ve dönüş yolculuğunda annesine telefon açıp
babası duymadan anahtarları kapının önündeki ayakkabıların içine koymasını söylemesidir.

15 sene önceki gündüz maçlarına akşamdan gidip o sağuk havaya rağmen 3-5 arkadaşıyla Fenerbahçe sevgisinden bahsederken, ısınırken sabahlamasıdır.

88-89sezonunda mabedde maç seyrederken babamın repliklerini tekrarlayıp topu arkadakine at demem sonucunda topun arkadaki oyuncuya gelmesi ve geldiği gibi filelere gitmesi, golden sonra oyuncuların bana doğru koşup, tellerin ardından sarılması karşısında babama dönüp, “Beni her maça getir babacım bundan sonra Fenerbahçemin bana ihtiyacı var” demektir.

4-3’lük Gs maçında 4. golü atınca sevinçten zıplarken başımın kapının üst tarafına vurup yarılması, o gece hastanede 12 dikiş atılmasıdır.

Her akşam yatırmadan önce oğlunu kucağına alıp omuz omuza yapmak sarı lacivert şampiyon Fener diye salon yatak odası arasında apatmandakileri kızdıra kızdıra uyutmaktır.

Fenerbahçeli olmak askerde içtimada hazır oldayken Galatasaraya 5. gölü attıkdan sonra 5’ledik diye bağırmaktır.

Olimpiyat Stadındaki Gs-Rize maçında Rize gol attıkça sevinmektir ama maç 5-0 olduktan sonra ya 6-0 olursa dite korkmaktır.
6-0 sadece bizimdir, kimse bizden başka Galatasarayı 6-0 yenemez.

Zaman zaman hayatında en çok sevdiklerini sıralarken hep Fenerbahçenin adını büyük bir gururla en önce düşünüp, söylemektir.

4 yaşındaki oğlunla mabede gidip 3’lü çekmek,
4 yaşındaki oğlunla Feneriuma gidip aynı tişörtü alıp giymek ve sokakta birlikte yürümek, daha da önemlisi koşullar ne olursa olsun sevdanın ne olduğunu görmektir.

Eşine Fenerbahçeli olmasaydın seninle evlenmezdim diyebilmektir.

Sezonun son maçına denk gelmesi nedeniyle düğününde bir çok kimsenin yanında almamasına ve gelmeyenler yüzünden oldukça maddi zarar uğrumasına rağmen, Galatasarayın Trabzondan yediği gollere karşılık Samsuna atılan golleri duydukça daha bir çoşkuyla oynamak, göbek atmaktır. Maç sonuçları Gs:4 – Ts: 0, Samsun:1 – Fenerbahçe : 3 idi.

Trafikte saçma sapan hareketler yapan arabanın şöförüne söylenmeye başladıktan sonra plakasının 34-FB olduğunu fark edince yanından gülümseyerek selam verip geçmektir.

Fenerbahçeli olmak maç günü formamı giyememişsem, kötü bir sonuç alırsak kendimi suçlu hissetmektir.

18 Eylül 1985 gecesi 3-2’ lik Bordo maçını dinleyebilmek için acemi birliğindeki koğuştan kaçıp nöbetçi subaya yakalanmak ve o anda rahmetli Hüseyin Çakıroğlu 3. golü atınca hep beraber garnizonu inletmektir.

Evlenmeden önce eşine benim için önce Fenerbahçe’m sonra sen gelirsin bunu bil ki ilerde sorun çıkmasın demek ve bugün eşi ve oğluyla her maç maraton üste yerini almaktır.

Sevgililer gününde eşine mesaj atarken sevgisini ifade edebilmek için “Seni Fenerbahçe’m kadar çok seviyorum” yazmaktır.

Ekmeği tuza banıp banıp yer gibi, geceleri ateşler içinde uyanarak musluğa dayayıp ağzını su içer gibi bir şeydir.

Aşkın kanunu yeniden yazmaktır.

Motorları maviliklere sürmektir.

Fenerbahçe dayanışmanın diğer adıdır.

Sevgiyi paylaştıkça çoğaltmaktır.

Bütün kirlerin ortasında tertemiz kalabilmektir.

Leyla olmaktır, Mecnun olmaktır, Kerem olmaktır, Aslı olmaktır.

Sahada, salonda, tribünde, yollarda yapılanlarla her seferinde yeni bir şiir yazmaktır.

Bugün Fenerbahçe için ne yaptın sorusunu kendine sormayı şiar edinmektir.

İlk görüşte aşktır, taammüden sevmektir.

Olmadığında yeri doldurulamayacak olandır.

Her şeyden vazgeçtiğin anda bile seni hayat bağlayandır.

Cesaret, akıl, bilgi ve sevginin gücüyle yarını bugünden kurmak ve ona tarih adını vermektir.

Say say bitmez çünkü…
Fenerbahçeli olmak, bütün güzel şeyleri sonsuza kadar yeniden üretmek ve çoğaltmaktır.
Fenerbahçeli olmak, yaşamaktır.
Fenerbahçeli olmak Beşiktaş semtinde 24 daireli apartmanda oturup Fenerbahçe bayrağını balkona asmaktır.
Fenerbahçeli olmak Ankara’ da oturduğun için her hafta maça giden İstanbullu kardeşlerini kıskanmaktır.


*
**
Fenerbahçeli olmak nedir?
Fenerbahçeli olmayı tarif etmeye çalışmak, aşkı tarif etmeye benzer. Nasıl ki aşık olmayı aşık olmamış birine tarif etmek imkansızdır, Fenerbahçeli olmayana açıklaması imkansız olan ama bütün Fenerbahçelilerin hissettiği bir şeydir.
Her gün babasına onu Fenerbahçeli yetiştirdiği için şükretmektir.
Fenerbahçeli olmak aşktır.
Hayatı boyunca aşık olmak ve ona göre yaşamaktır.






BU AŞK TARİFSİZ...

HEP BU AŞKLA YAŞAMANIZ DİLEĞİMLE...
SAYGILAR..


FENERBAHÇE AŞKIYLA YAŞIYORUZ BİZ